İstanbul...
Teoman çalıyor uyandırma müziğimde… İstanbul’da sonbahar diye mırıldanıyor sabahın ilk cemreleriyle… Sonbaharın en güzel mevsimi. Işıkların açılarının gösterdiği henüz 7… Bambaşka bir şehirde açtım yine gözlerimi. Burnuma her zamankinden daha fazla gelen espresso kokuları. Buogiornooo segnorinaaa diye selamını çakan karşı komşu… Benimse aklımda Teoman’ın diliyle İstanbul…
Sanki salına
salına eriyorum sokaklarında. İçim rengarenk bir Gökkuşağı gibi. Güneş sessiz
sedasız doğsa da, aslında aynı sevecenlikle göz kırpıyor her toprağına yine
şuanda biliyorum. Yakaladığım ilk metro
ile Galata’nın dibine gidip usulca yürümek isterdim haritanda. Elimde elin
kadar sıcak kahvem ile tavaf ederek İstiklal’ ini. Bilirdim, sonunda vaftiz
olan bir bebek gibi arınırdım özleminden ve sığınırdım içine; tıpkı yeni doğmuş
bir bebek gibi, en derininden… Taş kaldırımdan köstekli, onca zaman eskitmiş
saatlerinin üzerinden geçerdi adımlarım.
Pusulamda kalabalığının içinde zamana dair şahitlik öykülerinden birini sıkışırdın yine… Kiliselerinden yükselen ilahiler, Camilerinden çağıran Ezanlar ile
ruhumun Rönesans’ı gibi dolardın içime… Cihangir'inde serin serin gazozunu
yudumlar, Karaköy’ün balık kokan köpründen selamlardım güverteleri… Eminönü’nün
hiç azalmayacak sanılan kalabalığıyla bitiriverirdim yalnızlığımı bir anda… Az
ilerde bir nefeslik Ayasofya ile çıkardım zaman yolculuğuna! Bir içim suluk
Sultan Ahmet’i anlatırdım eski zamanlara. Sıcak yaz zamanlarımın teneffüs arası
olurdu yine Sarnıcın... Her şeyin ama her şeyinle benim olurdum şimdi. Avucumun
içinde yoğrulmaya hazır nazlı bir bebek gibi... Karşı kıyında sırtına Galata’yı
yükleyen Kız Kule’nin, Kadıköy’ünün, Üsküdar’ının, Çengelköy’ünün dürbünü
oluverirdim bir anda anlatırken seni onlara…
Çok
uzağım şimdi zamanına… Nazlı nazlı kanat çırpıp, boğaza sığınan bir martının
gözüyle bakmak isterdim şimdi sana İstanbul. Binlerce yabancı elden denizine
sığınan özlemlerin ya da ufacık bir simit diliminin kokusunun denizinin
kokusuna yenilişine aldırmadan dudaklarında ve yanaklarında susamları kalan bir
çocuğun diliyle anlatmak isterdim seni. Onun ellerinden çıkıp martılarının gagalarına
geçit olan ulaşılmaz merhamet ile bakmak isterdim sana bir dakikalığına da olsa.
Vapurlarının yüzlerce kez usanmadan deniz ile dans edişine şahit olan gökyüzü
gibi sarmak isterdim içime seni. Her gün yeniden yazıp, yeniden aşık olmak
isterdim ben sana…
Bilmiyorum
kaç gün batımı biriktirmeli özlememek adına seni… Bildiğim tek şey, özleminle,
nefretinle, aşkınla, sevginle, her şeyin ile çırılçıplak karşında yüreğim… Sen
sus ben seni dinleyeyim… Yakınında iken yakan, uzağında iken acıtan bir ağrı
gibisin… Bilirim hem yaraların sebebi, hem de yara bantlarının ta kendisisin… Nefessin
İstanbul! Alınan ve aldıkça sarhoş olunan… Bir adım atınca uçurum olan, uzaktan yar gibi görünen...Yine de özlenenin ta kendisisin...
Sevgiler...